4 Mart 2013 Pazartesi

TAŞRA METALCİSİ




Konuştuğum insanlar çeşitli kereler “Aslen İzmit’liyim”, “Bu akşam İzmit’e gidiyorum” gibi cümleler kullandığımı duymuştur. Yıllarca kendimi kandırdım, sizi de kandırdım. Ne İzmit’i? Ben Kocaeli’liyim. Kocaeli’liyim demek hem fonetik olmadığı için ve ayrıca İzmit’liyim demek sanki biraz daha cool göründüğü için yaptım bunu. Ama itiraf ediyorum, Kocaeli’liyim, hatta Yarımca’lıyım ben. Yarımca’lı olmak da, Tütünçiftlik’li olmaya göre nispeten daha iyiydi aslında benim için. Gerçi devlet büyüklerimiz de bu rezilliğin farkına varmış olmalılar ki Yarımca ile Tütünçiftliği birleştirip Körfez yaptılar daha sonra bizim orayı.

Sonuç olarak ufak bir taşra kasabasında metalcilik yaptım yıllarca yokluk ve zorluklar içerisinde. Bir albüm bizim oraya gelene kadar grup yeni albümü için stüdyoya giriyor, biz bir konser için yola çıkıp İstanbul’a vardığımızda grup çoktan mekanı terk etmiş, görevliler tesisat topluyor oluyordu. Beyaz Saray Düğün Salonu’nda, sesçinin parasını almadan tesisatı açmadığı, küçük konserlerle avutuyorduk kendimizi. Oysa İstanbul’luluk öyle miydi? İstanbul’lu metalciler metali Kadıköy’de Akmar’da, Taksim’de Kemancı’da krallar gibi yaşıyordu. Bizler İstanbul’u ve İstanbul’luluğu yıllarca her Pazar akşamı televizyonda Bizimkiler dizisinde seyrediyorduk, burnumuzda annemizin kolalayıp ütülediği beyaz slip kilot (yada külot) ve fanila kokusu ile.

Ama biz taşralı ergenler de metalciliği kendi bölgemizde elimizden geldiğince en iyi şekilde temsil etmeye çalışıyorduk ne olursa olsun. Aslında hayatımızda bizi kızdıracak hiçbir şey yokken suratımıza yapıştırdığımız o öfkeli ifade ile tenefüste tahtaya tebeşirle Metallica, Slayer logosu çizerken ne kadar da asi duruyorduk dış dünyaya karşı. Halbuki lacivert ceketi ve gömleği çıkarsan, alttaki o beyaz fanila ile asilikten eser kalmayacaktı. Asiliğimiz annelerimize sökmüyordu. Alışverişe birlikte gidiliyor, ne giyeceğimizi annelerimiz tasarlıyordu. Üste Metallica tişörtüne bir şey demiyorlardı belki ama fanilasız dışarı çıkmak adeta karlı havada dışarı çıplak çıkmak kadar kabul edilemez bir şeydi onlar için. 

Yıllar hızla ilerliyordu, lise bitmişti, çok parlak bir öğrenci olmadığım için puanım İstanbul’da bir üniversiteye yetmemiş, Kocaeli Üniversitesi’ni kazanmıştım. O an artık hayatımın geri kalanının tamamını Kocaeli’de geçireceğimi düşünüyordum. Mahzen adlı bir fotokopi fanzine çıkarmaya başlamıştım. Dünya’nın çeşitli ülkelerinden gruplar ile yazışıyor, röportajlar yapıyordum. Bir süre sonra Cem ile tanıştık. O, Kartal da olsa İstanbul’luydu, ama o da benimle aynı kaderi paylaşıyor, Kocaeli’de okuyordu. Bir süre sonra güçlerimizi birleştirip daha iyi, matbaa bir dergi çıkarmaya başlamıştık birlikte. Chris Barnes ile filan telefonda konuşup röportaj yapıyorduk. Her şey çok iyiydi, sadece hala Kocaeli’deydim. Yıllar hızla akmaya devam ediyordu. 4 sene sonra üniversite de bitmişti. 4 yılda belime kadar uzattığım saçları kestirmiştim, sağa sola CV gönderip İstanbul’a görüşmelere geliyordum ama bir türlü olmuyordu. O işleri yapmak istediğimden de emin bile değildim zaten.

Bir gün Cem ile Akmar’a Hammer Müzik’e gelmiştik. Dedim ya Cem İstanbul’lu idi, Hammer Müzik’e daha sık geliyordu ve oradakiler ile daha yakın ilişki içerisindeydi. Bir anda Haluk’a dönüp “Lan bu adamı işe alsana ya” dedi. Haluk da “Evet ya. İstersen haftabaşında gel başla” demişti.

CV göndermeden, ilk görüşme, ikinci görüşme vs. olmadan işe girmiştim resmen. Hem de o yıllarca kasetlerde Roadrunner Records logosunun yanında logosunu gördüğüm, nasıl bir yer acaba lan diye düşünüp hayallerini kurduğum Hammer Müzik’te.

Eşyalarımı toplamış İstanbul’a gelip ablamın yanına yerleşmiştim. İş acaip güzeldi, Radical Noise’un davulcusu Emre ile çalışıyordum. Roadrunner Records, Nuclear Blast ile yapılan lisans kontratları, Cenotaph “Puked Genital Purulency” stüdyo kayıt aşamaları, düzenlenen Overkill konseri, basın promosyon çalışmaları. Adeta göz kamaştıracak bir dünyada bulmuştum bir anda kendimi.

Ama annemin nasihatleri asla aklımdan çıkmıyordu, bu şehrin beni bozmasına izin vermeyecektim. Cephalic Carnage “Exploiting Dysfunction” tişörtüm olsun, Exhumed “Gore Metal” longsleeve’im olsun, ne giyersem giyeyim, içine fanilamı giymeden çıkmıyordum evden.

Ama her şey 2006 yılında ki Soulfly konserinden sonra değişti benim için. O gün yine pogoda, crowdsurf’te belim açılıp soğuk almayayım diye fanilamı giyerek çıkmıştım evden sabah. Akşam konserde Haluk, Tanju Can, Savaş Acar gibi dostlarla en ön saflarda kahramanca çarpışıyorduk. Marc Rizzo sırtında içi boş Eastpak çantası olduğu halde döner tekmeler atıyor, Max Cavalera ise artık rastalanmaktan odun gibi olmuş saçları ile kafasını sallayarak seyirciyi adeta kırbaçlıyordu. Bizim de bu müdafaayı bırakmak gibi bir niyetimiz yoktu.

Soulfly’ın ataklarının biraz zayıfladığı bir anda Tanju Can’dan gelen “Çıkar! Çıkar! Çıkar!” komutu ile irkilmiştim. Ne olduğunu anlamadan Tanju Can belimden çektiği tişörtümü bir anda başımdan çıkartıvermişti bile. Tanju Can fit ve kaslı vücudu ile, Savaş seksi göğüs kılları ile dururken ben orada beyaz fanilam ile kalmıştım. Çağrı filmindeki habeşli kölenin savaş alanında sinsice sinsice gidip mızrakla vurduğu hazreti Hamza’nın mızrak kalbinde ayakta durduğu gibi duruyordum. Müzik kıyamet gibi devam ediyordu, ama benim kocaman derin ve sessiz bir boşlukta idim adeta.

Ama mücadeleyi ve arkadaşlarımı öylece yarı yolda bırakamazdım. Önce göğsümdeki mızrağı, sonra da üzerimdeki fanilayı çıkardım. Peynir gibi beyaz, ve çelimsiz çıplak vücuduma aldırış etmeksizin tekrar cepheye arkadaşlarımın arasına döndüm. O gün Soulfly saldırmış ama İstanbul cansiperhane bir şekilde savunmuştu, Yeni Melek düşmemişti. O gece oradan çıkarken fanilamı tekrar giymedim. Eve gidince de evdeki tüm fanilaları yıllarca açılmayacak bir valizin içine kapatıp kaldırdım. Taşra ve o dönem ile olan bağım olan fanila devri böylece kapandı benim için…

7 Ocak 2013 Pazartesi

37


Metalcilik çok güzel. İşte hayatımın en önemli 37 albümü:

1 - IRON MAIDEN - SEVENTH SON OF A SEVENTH SON

2 - AC/DC - THE RAZOR'S EDGE
3 - ANATHEMA - THE SILENT ENIGMA
4 - ANTHRAX - PERSISTENCE OF TIME
5 - AT THE GATES - SLAUGHTER OF THE SOUL
6 - AVULSED - EMINENCE IN PUTRESCENCE
7 - BOLT THROWER - THE IVTH CRUSADE
8 - CANNIBAL CORPSE - TOMB OF THE MUTILATED
9 - CARCASS - HEARTWORK
10 - CRADLE OF FILTH - THE PRINCIPLE OF EVIL MADE FLESH
11 - CRYPTOPSY - AND THEN YOU'LL BEG
12 - DEATH - INDIVIDUAL THOUGHT PATTERNS
13 - DEEDS OF FLESH - TRADING PIECES
14 - DEICIDE - DEICIDE
15 - DIMMU BORGIR - SPIRITUAL BLACK DIMENSIONS
16 - DYING FETUS - PURIFICATION THROUGH VIOLENCE
17 - EXHUMED - GORE METAL
18 - GOREFEST - FALSE
19 - JUDAS PRIEST - PAINKILLER
20 - KING DIAMOND - THEM
21 - MACHINE HEAD - BURN MY EYES
22 - MALEVOLENT CREATION - RETRIBUTION
23 - MEGADETH - RUST IN PEACE
24 - MOONSPELL - IRRELIGIOUS
25 - MY DYING BRIDE - THE ANGEL AND THE DARK RIVER
26 - NILE - AMONGST THE CATACOMBS OF NEPHRAN-KA
27 - OBITUARY - CAUSE OF DEATH
28 - OPETH - MORNINGRISE
29 - OVERKILL - HORRORSCOPE
30 - PESTILENCE - TESTIMONY OF THE ANCIENTS
31 - SEPULTURA - ARISE
32 - SLAYER - SEASONS IN THE ABYSS
33 - SUFFOCATION - EFFIGY OF THE FORGOTTEN
34 - TESTAMENT - SOULS OF BLACK
35 - THE DILLINGER ESCAPE PLAN - CALCULATING INFINITY
36 - THE HAUNTED - THE HAUNTED
37 - UNLEASHED - ACROSS THE OPEN SEA

*Alfabetik sıra ile. Sadece Seventh Son of a Seventh Son en başta çünkü ilk!

*Bazı grupların tüm diskografisinin hastasıyım, bazı grupların sadece bu albümünü seviyorum yada özel bir yeri var.
*Ve tabiiki daha bir sürü albüm var, ama yerleri bunların arkasında.