10 Mayıs 2012 Perşembe

YAŞANMIŞLIKLAR




90’ların sonu yada 2000’lerin başıydı şimdi tam hatırlamıyorum; ben, Erdem ve Şanver Kadıköy’den vapur’la Beşiktaş’a geçmiştik. O dönem, şimdiki Barbaros Hayrettin Paşa iskelesinin her iki yanında da denizin hemen yanında nefis çay bahçeleri vardı. Kazıktı mazıktı ama nefisti.


Erdem’in o dönem çıktığı ile orada buluşacaktık. Çay bahçesine oturduk. Erdem’in çıktığı yanında başka bir kızla gelmişti. Çok ilgilenmemiştim. Hayatımda aşka yer olmayan bir dönemdi. Bir de sanki biraz toplu gibiydi. Oturduk, bir şeyler konuşuldu, şimdi hatırlamıyorum. Sonra ayrıldık falan.


Bir süre sonra eve telefonlar gelmeye başladı. Sözde bu kız bizde çalışan Mustafa’ya aşıktı da benden yardım istiyordu, danışıyordu filan. Arıyordu. Ben de sanki çok tecrübem varmış gibi he şöyle he böyle diye birşeyler diyordum. Arada eee senden ne haber diyor bende bazı şeyler anlatıyordum.


Sonra bi gün bi konserde bu Erdem'in çıktığı ve kuzeni ile rastlaştık, laflarken O benim o telefon eden sözde gizli Mustafa hayran’ına anlattığım bir şeyi ağzından kaçırdı. Ve tabi olaylar ortaya döküldü. Meğer o telefon eden o imiş, Mustafa’ya değil bana karşı ilgisi varmış. Kızdım. Tersledim. Hayatımda aşka yer olmayan bir dönemdi. Ve söylemiş miydim biraz topluydu…


Aradan yıllar geçti, Erdem ile bir muhabbette konusu açıldı. Dedi “Olm o taş oldu lan”…


Aradan biraz daha yıllar geçti, bu beni msn’den mi ne buldu. Üniversite de okuyormuş, bunun bi ödevi mi ne varmış, belgesel çekmiş, İstanbul mistanbul filan, bunun bir yerinde bizim yapımcılığını yaptığımız Nefret’in “Meclis-i Ala İstanbul” adını taşıyan ilk albümünden klip parçası “İstanbul”u kullanmak istiyormuş, bizden kaşeli imzalı izin kağıdı alması gerektiğini söylemiş hocaları.


Şarkıyı koymasına izin vermeden önce işi izlememiz gerek filan dedim yalandan, prensipli bi firma yetkilisi sansın beni diye. Geldi, ödevinin DVD’sini getirmişti. Hakkaten taş olmuştu. Akşam evde ödevinin DVD’sini izledim. Yani atlaya atlaya baktım. Sıkıcıydı, bişeye benzediğini de söyleyemem.


Neyse çağırdım. Kaşeli imzalı kağıdı verdim. Şirkette imza yetkim yoktu aslında ama ne o sordu, ne de hocaları imza sirküleri, noterden onaylı vekaletname filan eki istememişti zaten.. Teşekkür etti. Bir kahve ısmarlarsın artık ehemehe dedim. Söz verdi. Gitti. Sonra aramadı, msn’den de sildi mi engelledi mi ne.. Amazon’dan bir Björk DVD’si getirmemi istemişti, iyi ki kek gibi siparişini de vermemişim o gün asıl.


Şimdi bu nereden mi aklıma geldi dostlarım? Sabah otobüsle gelirken Umut Sarıkaya “Benim De Söyleyeceklerim Var” okuyarak gelirken mal gibi uyku bastırmış, yolculuğun son 20 dakikasında kitabı kenara koyup gözlerimi kapatmıştım, içim geçmişti. Yolculuk bittiğinde uyku sersemi uyku sersemi yürüyordum.


Kadıköy Alkım’ın köşesinden Akmar’a doğru yol alıyordum. Uyku sersemi halimle karşıdan gelen güzel kızı gördüm. Aramızda 5 metre filan kaldığında bu 2 eliyle birden el salladı. O’ydu. Geçen 2-3 saniyede aramızdaki mesafe yarım metreye inmişti. “N’aber" dedi, “İyilik, senden?” dedim, “Görüşürüz” dedi. Aksi istikametlere doğru yürümeye devam ettik. Geriye dönmedim. Uyku sersemiydim, hayatımın aşka yer olmayan bir dönemindeydim. Taş gibiydi.